Devrimci Karargah 9 nolu Bildiri

Devrimci kamuoyuna ve halklarımıza duyurulur…

KAVGA SÜRECEK!

 

“Öldürmüyorsa, güçlendirir!”


Nietzsche, daha önceleri söylememiş olsaydı, düşmanın son saldırısı itibariyle, bu deyişi düşün dünyasına olasıydı ki Devrimci Karargâh kazandırırdı. Doğrudur, gerçekten oldukça ağır bir darbe aldık.. Örgütsel konumlanmamızdaki sarsıntıların ötesinde, çok değerli bir kurucu-komutan’ımızı, Orhan Yılmazkaya yoldaşımızı yitirdik. Ancak diğer taraftan, onun komutasındaki pratik süreç ve en son olarak gerçekleştirdiği direniş eylemi, Türkiye devrimci hareketinin oldukça aşınmış devrimci kararlılık ve devrimci savaşçılık değerlerinde kolektif bir rönesansa yol açtı, devrimci değerlerde grup kimliklerini aşan bir ortaklaşmayı bir ihtiyaç olarak hissetmenin ötesine sıçratarak pratikçe mümkün kıldı. Ortadoğu’dan Latin Amerika’sına geniş bir coğrafyada, Arabından Yunanına, Kürdünden İspanyoluna bütün özgürlük savaşlarının ve savaşçılarının küresel-enternasyonalist birliğine atılmış bir harç oldu. Orhan yoldaşın komutasındaki süreç ve onun son eylemi düşmanın yok etmek istediği her şeyin yeniden hayat bulmasına, yeniden filizlenmesine yol açtı.


Doğrudan bizim açımızdan, Devrimci Karargâh açısından ise, yaşadığımız süreç ve bunun önemli bir momenti olan Orhan yoldaşın eylemi, bizi bir taraftan uluslararası ve Türkiyeli devrimcilerle aynı değerlerde buluşturup o değerlerin bir paylaşımcısı kılarken, diğer taraftan hareketimizin önüne koyduğu minima taktik örgüt ve mücadele açılımını da başarıya dönüştürdü. Bu, Türkiye devrimci hareketini, verili statüko sosyalizminden sıyrılarak savaşkan sosyalizme taşıyacak bir referans, bir moment oluşturmaktı. Bostancı Direnişi bu momentin adı olmuştur.

***

2005 yılının yaz aylarında, Bedrettin Hareketi ve 16 Haziran Hareketi kadrolarının Türkiye devrimci hareketinin dibe vurmuş konumu ve bundan çıkış yolları üzerine yaptıkları ilk tartışmalar, hızla savaşkan bir sosyalizm çizgisini devrimci bir direniş merkezi olan Kürt özgürlük çizgisiyle yoldaşlaştırarak Türkiye sosyalizminde egemenliğini sürdüren oportünizme ve reformizme alternatif devrimci bir yol çizme görevinde birleşik bir örgütsel yapı oluşturma kararına vardı.


Tartışmalarda kolayca ortaklaşılan en birincil taktik örgüt ve mücadele halkası, artık neredeyse sadece söylemde kalmış militan bir çizginin pratik vurgusunu yapmak ve bu temelde statükocu sol devletçiklere tepkili devrimci arayıştaki kadro ve kitle potansiyelinin önünü açmaktı. Devrimci mücadelenin yakın tarihindeki iki ağır yenilgi ve takip eden süreçteki devrimci zorlamaların keza başarısızlıkları üzerinden böylesi taktik bir görevin başarılabilmesi önemli zorluklar içeriyordu. Statüko solculuğunun, kendi sistem içi duruşuna meşruiyet verdiğini düşündüğü en önemli argümanı devrimci zorlamaların sistem karşısındaki etkisizliği ve nihai olarak başarısızlığı çerçevesinde oluşturuluyordu. Bu engellerin aşılması için hem mücadelenin askercil taktiklerine yeni üstünlük öğelerinin katılmasının gerekliliğini, hem de bu mücadele çizgisinin özellikle proletaryanın yoğun bulunduğu metropollerde görece istikrarlı bir varoluş göstermesi gerektiğini kestirmek herkes için kolay ulaşılabilecek mantık sonuçlardı. Düşmanın gelişkin örgütlenmesi itibariyle özellikle kent alanlı ve dar kadro örgütlenmesine dayalı silahlı mücadele tarzlarının ömrünün fazla olmadığı, Türkiye ve dünya pratiğinden bilinir bir durumdu. Ancak sosyalist hareketin 90’dan beri ağırlıkla liberal sol ve sivilci tarzlarla geçen faaliyetinin verimli olmayan siyasal bilançosu da ortadaydı. Türkiye devrimci hareketinde aşağı yukarı on yıllık bir savaşkan tarza karşılık, post modernist, yasalcı ve liberal-sivil toplumcu anlayışların ortaya çıkardığı statüko sosyalizminin neredeyse çeyrek asırlık ve günümüze ulaşan tarihinin toplumsal kurtuluş hedeflerimize manen ve madden kattıkları kıyaslandığında negatif veriler ağırlıkla ikincisinin hanesinde bulunmaktaydı. Bütün tezahürleriyle, toplumsal dönüşümü bir hukuk süreci olarak algılayış,  kapitalizmi sonuçları üzerinden reforme etme çabaları, devlet ceberutluğuna  karşı liberal demokrasiyi, dinsel gericiliğe karşı burjuva modernizmini savunma çizgisi statüko sosyalizminin politik ve programatik konumunu çerçevelemekteydi. Oysa emperyalist kapitalizmin içine girdiği derin bunalım süreci, kendi yeni bir “yeniden paylaşım” konjonktürünün birincil gerilimlerini ülkemizin de içinde bulunduğu Ortadoğu’ya bindirmekteydi. Proletaryayla uluslararası burjuvazi arasındaki sınıfsal çelişkilerin baskılandırılması sayesinde emperyalist burjuvazi bölgedeki bütün etnik-ulusal, dini-mezhepsel gerilimleri kendi egemenliğinin bir koşulu olarak yükseltirken, gerilimlerin çözümü için halkların emperyalist hegemonyaya tâbiyetinin dayatıldığı bir politik konjonktür oluşturuyordu. Savaşkan sosyalizmin mücadele ve örgüt tarzlarını rafa kaldırmış onlarca yapının işçi sınıfının ve ezilen halkların muhalefetini oluşturmada ve temsil etmedeki aşırı başarısızlığı ile emperyalist kapitalizmin yapısal bunalımını çözüm için özellikle yüklendiği Ortadoğu’da ve dolayısıyla ülkemizde giderek yükselen gerilimin ters orantısı devrimci yapıları, kadroları ve emekçi yığınları yeni bir çıkış arayışına sokmaktaydı. Bu konjonktürel muhasebelerin yanı sıra tarihsel ve teorik olarak da Türkiyeli bir devrimin, silahlı mücadele taktiğini devrimci bir örgütün stratejik planlamasının zorunlu ve daimi bir parçası kıldığı görüşünde ortaklaşan tartışmalar bütün caydırıcı ve zora düşürücü faktörlere karşın devrimci ve savaşkan bir sosyalizm çizgisini yaşama geçirme kararına vardı. Oportunizmin “olabilecek olanı yapmak”, devrimciliğin ise “olması gerekeni yapmak” olduğu konusundaki tarihsel ve ahlaki tarifler Devrimci Karargâh’ın yolunu belirledi.


Yeni yapılanmanın oluşturulmasında birinci dereceden rol oynayan Orhan yoldaşımız, çizginin pratikleştirilmesinde de en önde görev aldı. Onun komutasındaki bir grup savaşçımız özgür Kürdistan dağlarında, Kürt özgürlük savaşçılarının en sınırsız yoldaşlık dayanışmasıyla ağırlanırken, iki hareket bir taraftan Türkiye devrimi için en kapsayıcı olduğuna inanılan “Şimdi Denizlere Açılmanın Zamanıdır” isimli bildirge çerçevesinde ideolojik-politik temelde sentezleşme sürecini, diğer taraftan da faaliyetin militan özünün açığa çıkarttığı yol arkadaşlıklarından arınmalarla daha da güçlenen yoldaşlaşma sürecini derinleştirdi. Böylece başlangıçta sadece askeri bir kolun örgütlenmesi olarak tasarlanan Devrimci Karargah yapılanması giderek askeri-politik bir öncü örgütlenmeye evrildi.


Askeri faaliyetin düşman tarafından daraltılmış imkânlarına katılacak yeni taktik ögelerle az çok istikrarlı bir askeri-politik varlık sürecinin bu potansiyel arayışlarda yeni sentezleşmeler ve yeni açılımlar getireceği umudu kendi faaliyet dönemimizin başlangıç duygusuydu. Devrimci Karargâh’ın hazırlık devresi, demokratik zeminde çatı partisi tartışmalarıyla aşağı yukarı birlikte akıyordu. Hareketimiz, Türkiye devrimci hareketinin genel görüntüsünün yanı sıra, çatı partisinin oluşturulmasında ortaya çıkan engeller ve sürtünmeler üzerinden yaptığı gözlemlerle de, gündeme aldığı devrimci atılımın kendini takiben bir devrimci konjonktür oluşturabileceğine dair umut ve beklentilerini giderek geri çekti ve tümüyle kendi faaliyetinin yalın etki ve varlığına bağlı asgari bir süreç, bir referans noktası, bir moment oluşturabileceği düşüncesine vardı. Bu dar anlamlı süreç-moment belirlemesi, verili statüko sosyalizminden devrimci bir sosyalizm anlayışına doğru bir açı yapışın ve yasalcı, sivil toplumcu, liberal demokrasi arayışlarına kendini hasretmiş bir sosyalizm anlayışından devrimi bir irade olarak burjuva diktatörlüğe dayatan militan bir sosyalizm anlayışına geçişin kırılma noktasını vermeliydi ve bu kimsenin bizden alamayacağı kertede, başka hiçbir belirleyeninin olamayacağı kertede tümüyle bizim kendi pratik varoluşumuza bağlı minima bir taktik mücadele hedefi olarak ortaya çıkıyordu.

***

Öncelikle askercil tarzımıza düşmanı etkileyecek yeni ve bilinenden daha yüksek taktik ögelerin katılması gerçekleştirildi. Bilindiği gibi askercil taktik askercil tekniğin bir fonksiyonudur. Gerek Türkiye devrimci hareketinde gerekse de Kürt özgürlük direnişinde son zamanlara kadar düşmana yöneltilen saldırılar ağırlıkla ferdi silahların etkinliği çerçevesinde olmuştur. Kır gerillasında, düşmanı göreli savunmasız bırakan açık alan avantajlarının ferdi silahlarla saldırı temelinde değerlendirilmesi mümkün olmasına karşın, şehir gerillasında ve özellikle bizdeki seyri itibariyle denebilir ki, düşmanın, devrim açısından hedef oluşturan noktalara yönelik yakın ve katı koruma sistemi devrimin caydırıcı ve yol açıcı şiddetini büyük çapta etkisiz kılmış ve silahlı mücadele sonuç getirmeyen militan ataklar halinde giderek silahlı mücadelenin etkisizliği fikrini yeniden üreten başarısız eylemler dizgesi haline dönüşmüştür. Silahlı devrim çizgilerimiz, savaşçılarının tüm ataklığına ve fedakârlığına karşın feodal surların karşısında çaresiz kalan kabile güçleri durumundadır.


İnsan, kendi varoluşu için avlanmayı kendi türünü bir şekilde riske eden niteliğinden çıkardıktan ve avcılığı bir üretim ilişkisi olacak kertede verimkâr kılabildikten sonradır ki toplumsal gelişmesini hızlandırmıştır. Aşağı barbarlık konağında ok ve yayın keşfi, av ve avcı arasındaki mesafeyi insan yararına güvenceye alan niteliğiyle hem avlanma faaliyetinin verimliliğini artırmış hem de bu faaliyetin insanlık için bedelini bu faaliyeti etkin bir sürekliliğe kavuşturacak kertede azaltmıştır. İnsan doğaya egemenliğini mekanizmalar, teknik kullanma yoluyla geliştirmeye başlamıştır. Havan’ın devrimci eylemin askercil boyutuna dâhil edilmesi fikri bu tarihsel gerçeğin bir izdüşümü olarak geliştirilmiştir.


Düşmanın en korunaklı noktalarına, en yüksek ateş gücünü, olabilen en az riskle sevk edebilme imkânı, zaten insan kalitesindeki üstünlüğünü tarihsel olarak kendiliğinden bulan devrimci harekete silahlı mücadele temelinde önemli bir boyut katacaktı. Böylece devrimin, karşı devrimle askercil hesaplaşmasında elde ettiği ağırlık, giderek yığınların siyasal bilincinde de ağırlık kazanmasının bir aracı haline dönüşebilecekti. Moskova ayaklanmasında el bombalarının, İspanya iç savaşında molotof kokteyllerinin, Filistin direnişindeki halk patlayıcılarının çizdiği askercil tekniğin devrimci mücadeleye entegrasyonu sürecinde, keza Filistin ve Lübnan direnişinde giderek sanayileşme özelliğini gösteren ve “halk topçuluğu” denilebilecek bir düzeyi olgunlaştırdığı görülmekteydi. Diğer taraftan hemen yanı başımızdaki HPG pratiğinde de, kır gerillasının ferdi silahlara dayanan klasik tarzlarına ek olarak, düşmanın korunaklı noktalarına ve faaliyetine uzaktan kumandalı tuzaklama ve Bezele saldırısında görüldüğü gibi giderek geri tepmesiz top ve havanlar da kullanarak artırılan vuruş gücüyle yönelme, TSK’nın kırsal etkinliğinin kırılmasında önemli bir rol oynadığı gibi, TC’yi askeri düzeyde başarı fikrinden giderek uzaklaştıran bir etki yarattığı da ortadadır.


 Sonuç olarak, İstanbul’daki ordu komutanlığını hedef alan havan saldırımızda somutlandığı üzere “halk topçuluğu” diyebileceğimiz askercil bir düzeyin teknik ve taktik bilgisi oluşturuldu. Devrimin, Filistin direnişinde basit kimyasal gübreyi “halk patlayıcısı”na çeviren yaratıcılığı, bizim pratiğimizde dehşetengiz “sesini bildikleri” ateşi, basit bir su borusu düzeneğiyle düşmanın en korunaklı üslerine sevk etmek şeklinde tezahür etti.. Havan gülleleri.. onlar gerçekti, askeri sanayinin ürünleriydi. Edinilmesi ise her biri küresel yeniden paylaşımın önemli kriz noktalarını oluşturan Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu üçgeninin tam ortasında yaşayan devrimciler için pek de sorun değildir. Ya da niyet sorunudur. Bunu düşman çok iyi algıladı ve üzerinde çok önemle durdu. Bütün siyasal ve askeri uzmanlarıyla, yazılı ve sözlü bütün değerlendirmelerinde olayın değil, olgunun adını anmaktan imtina ederek bu saldırı boyutunun kendi sistemlerinde ne denli stratejik gerilemelere yol açacağını üstü kapalı tarzlarda ifade ettiler. Selimiye tabelasının üstünün kapatılmasıyla kendini açığa vuran devekuşu paniği, Evren’i klasik tarzda güvenlikli kılan çiftliğinden kent içine taşınmaya, Köşk’ün çatısının zırhlarla kaplanmasına varan ciddi önlemlere yol açtı. Bunlar basına yansıyanlarıydı. Yansımayanları bilemiyoruz, ancak hangi düzeyde olursa olsun hiçbir önlemin kentli bir mücadelenin bir parçası haline getirilmiş bu tarzın üstesinden gelebilecek güçte olmadığını bilebiliriz. Kolayca görülebileceği üzere, tartıştığımız içerik düşmanın çaresizliğinin askercil taktik ve bir savaş felsefesi olarak tarifidir.


Eylemin genel kapsamı itibariyle düşman hızla kendini güvene alacak kısmi tedbirlere yönelirken esas olarak da halk topçuluğu tarzının akıllardan uzak tutulmasını, devrimci mücadelenin genel çizgileri içine dahil edilmemesini sağlayacak manipülasyonlara, düşünsel blokajlara yöneldi. Bir taraftan eylemin etkinliği küçültülmeye çalışıldı, “acemi” bulundu. Kötü niyetli olmadıklarını varsayarak, Sol’dan da bu görüşe itibar edenler olduğu için söylemeliyiz ki, bu atışları acemi bulanların kendileri aslında acemi idi. Topçulukta ilk atışlar hesaplamaların kontrolü içindir. Kesin ayarlama ilk atışları takiben yapılır. Bir kent eylemi, eylemciye bu denli görece uzun zaman tanımayacağı için Devrimci Karargâh nokta atışı değil, olası istenmeyen sivil zayiatlara yol açmayacak tarzda geniş hedef alanları gözetmiş ve bunlardan birine yönelmiştir. Şehir eyleminin gerektirdiği bir serilikte de hedefe isabetli vuruşlar yapılmıştır. Düşman, eylemin kendisinde yarattığı korku ve şaşkınlığı özel olarak kontrol altında tutulmaya çalışarak, medyada etkiyi ve tarzı küçümseyen söylemle eylemin yaratacağı sempatinin ve örnek olma halinin önüne geçmeye çalışmıştır. Diğer taraftan kullanılan tekniğin özelliği itibariyle hızla Ergenekon bağlantısı kurulmaya çalışılmış ve bu tarz silahlı mücadelenin devrimci örgütlerin işi olamayacağı düşüncesi hem kamuoyuna hem de devrimci örgütlere yönelik işlenmiştir. Ve ne yazıktır ki, gene devrimci ortamımızın grupçu rekabet alışkanlığı içinde sol’dan; “mujiğin çakmaklı tüfeği”nin ötesine geçemeyen, statükoyu fazlaca etkilemediği için karşıtlarını bile memnun etmekte olan bayağılaşmış silahlı mücadele anlayışının, sağ’dan; umutsuzluk ve teslimiyet batağı içinde olmanın, devrime ve devrimci yaratıcılığa inançsızlığın, statükoya angaje dengelerin sarsılmasından korkmanın örtük bir tezahürü olarak düşmanın bu manipülasyonuna güçlü bir katkı sağlamış ve “yeni” bir örgütle, bu denli “kalifiye” savaşçılık, birbiriyle bağdaştırılamamıştır. Oysa Devrimci Karargâh örgütsel bünye olarak “yeni” çatılan bir yapı olmakla birlikte, Türkiye devrimci hareketinin birikimlerini kendi mücadele hattını belirlemekte değerlendirebilecek kadar “eski”ye uzanımları olan bir yapılanmadır. Keza, pek çok ileri sosyalist kadronun bildiği, tanıdığı Orhan yoldaşın temsil ettiği üzere deneyimli ve kararlı bir kadro yapılanması mevcuttur.


Türkiye devrimci hareketi, küçükburjuva yapısallığının getirdiği saiklerle Devrimci Karargâh’a bir tür “boyalı kuş” muamelesi yapıyorken aslında kendi birikimlerine, potansiyeline, yaratıcılığına, atılganlığına ve devrimci programına ne kadar yabancılaştığını resmetmiştir. Bu yabancılaşmanın yol açtığı yatkınlık gereği, fethullahçı medyanın gobelsvari yalanlarına ikna olmada Ahmet Altan gibi bir Amerikan beslemesi ve yeminli bir devrim düşmanıyla yan yana düşmek ne yazık ki kaçınılmaz olmaktadır.


Sırların artık açığa vurulduğu bugünkü aşamada, Devrimci Karargâh’ın tarz ve insiyatifine düşmanın söylemiyle yaklaşanların, bize değil belki ama kendi kendilerine mutlaka bir otokritik borçları vardır. Bu otokritik sorumluluğu onların devrime samimiyetlerinin ölçüsü olacaktır.

***

Burada yeri gelmişken, operasyon sonrası yapılan basın toplantısında Müdür Cerrah’ın, Devrimci Karargâh’ın “ne kadar tehlikeli bir örgüt” olduğuna kanıt olarak andığı ama Vali Güler tarafından sözünün kesilip sansürlendiği “mezarlık” konusuna da açıklık getirelim. Söz konusu mezarlık havan atış noktası olarak seçilen mezarlıktır. Eylem ekibimiz, havan düzeneğini yerleştirdiği noktaya aynı zamanda bir bubi tuzağı da kurmuştu. Düşmanın şansına, mekanizma çalışmamıştır. Çalışsaydı, şimdi yerlerinden edilmeye çalışılan Güler ve Cerrah’ın yerine çoktan yenileri atanmış olacaktı. Çalışmayan ve böylece kontrol dışı kalan tuzak düzeneği, sivil halka zarar vermemesi için daha sonra tarafımızdan ihbar edilmiştir.

***

Hareketimizin, onca yenilgili süreçlerin ertesinde ve uluslararası devrimin neredeyse süreğenleşmiş düşük konjonktür koşullarında devrimci ve savaşkan bir mücadele hattını yeniden egemen kılmanın salt askercil taktiklerin başarısıyla değil, hatta ondan daha fazla olarak çizgi sürekliliği ve faaliyet istikrarıyla kazanılabilecek bir düzey olduğunu daha yola çıkışın başında bildiğini, yukarıdaki satırlarda ifade etmiştik. Ve keza kent zeminli bir silahlı mücadele örgütünün karşı devrimin darbelerine daha açık olduğuna dair siyasal bilgiye sahip olduğumuzu da.. Bu noktada kendi yeniden üretim sürecimizin öngörülebilir yavaşlığı ile düşmanın üzerimize yönelmesindeki keza tahmin edilebilir hızı arasındaki negatif farkı gidermenin en birincil ve esaslı yolu, Türkiye devrimci hareketinin bizim dışımızda olan ve varlıklarını bildiğimiz devrimci kadro ve birikimleriyle buluşmak, harmanlanmaktı. Devrimci hareketin belirgin sınıfsal farklılıklara dayanmayan, modern toplumsal politikten ziyade kadim yapısallıkların tezahürleri düzeyindeki grupçuklar dünyasını aşmayı devrimci hareketin birliği için önemli gören Devrimci Karargâh, Türkiye devrimci hareketiyle ilişkilenmesini bir “sentez” dayatmacılığında değil, sentezleşmeyi ortaklaşa bir faaliyetin sonucu mümkün kılacak bir tez olma konumu üzerinden kurmayı doğru bulmaktadır.


Bu temelde tekil arayışlarla buluşmanın olduğu kadar benzer tarz ve insiyatifleri hayata geçirmek isteyen yapılarla buluşmanın da eşit, demokratik mücadele yoldaşlığının yeniden üretildiği bir zemin olmaya çalışmıştır. Bütün zorlu süreçlerinin ertesinde Devrimci Sol’un Devrimci Karargâh’ın bir bileşeni olması, yoldaşların bunu grupçu kısırlıkları ve alerjileri azdırmayacak bir üslupla gerçekleştirmeleri, daha önce MLKP’yi oluşturan sürecin; daha birleşik, daha bütünlüklü mücadele mevzileri örme girişimlerinin özel ve tekil bir örneği olmadığını göstermiş, derebeyleşmiş sol yapıların küçükburjuva yapaylıklar üzerinden yürüttükleri parçalı siyasal zemini daha derleyip toparlamak açısından bir moral yenilenmeye ve yeni imkânlar aramaya yol açmıştır.


Sonuçta sekiz aylık bir faaliyet dönemi bilançosunda, Hareketimizin Amerika tarafından terör örgütleri listesine alınacak kertede yüksek performansı ile bu kararın gereği olan uluslararası bir işbirliği çerçevesinde darbelenmesi üst üste çakıştı. Ama yaptığımız hesapların en minimal gerçekleşmesi zemininde bile Devrimci Karargâh uluslararası karşı devrimle hesaplaşmasının bu evresinde burun farkıyla da olsa kazanan taraftır. Gücümüzün maddi değerinde, her darbe yiyen örgüt gibi elbette bizim de, 27 Nisan öncesine göre bir hırpalanma mevcuttur, ancak 27 Nisan bize, öncekinden daha güçlüsünü yaratmanın bütün imkan ve potansiyellerini sunmuştur. Hareketimiz hızla yaralarını sarmaktadır. Bundan öte, biliyoruz, görüyoruz ve hissediyoruz ki, Devrimci Karargâh’ın ve Orhan yoldaşımızın mücadele çizgisi Türkiye devrimci hareketinin bağrında pek çok filize tohum olmaktadır. Düşmanın, “çökerttik” söylemi boştur. Devrimci Karargâh çökertilemez.. çünkü her şey bir yana, Devrimci Karargâh’ın salt örgütsel bir bünye değil, askeri-politik bir devrim anlayışıdır. İsmet İnönü’nün Sakarya’nın kaybedilmesi ihtimaline karşı söylediği gibi “savaş kurmay heyetinin kafasında kaybedilir”. Devrimci Karargâh’ın gelinen aşama itibariyle yaptığı süreç analizlerinde “keşke”ler bulunmamaktadır. Zor bir yola çıkılmazdan evvel yapının kendini yeniden üretim imkânlarının zenginleştirilmesinin beklenilmesi, bunun için kimilerinin “ön hazırlık” adı altında yaptığı ve liberal sol çalışmadan sadece söylem düzeyinde farklılık gösteren çalışmaların yapılması gerektiğine dair akıl öğretmelere hiç ihtiyacımız yoktur. Sınıfın siyasal mücadeleyi devrime taşıyacak modern başkaldırı kültürü ve geleneklerinin olmadığı, devrimin ağırlıkla proletarya dışı kesimlerdeki etkisi üzerinden öncünün örgütlendiği ülkelerdeki devrimci mücadele tarihinin bize öğrettiği, “savaş dışı stok olamayacağı”dır. Umberto Ortega’nın devrimci haliyle ve devrimci öncünün inşası için yapılan benzer tartışmalar içinde belirlediği bu çerçevenin açık manası şudur: Hangi zeminde örgütleniyorsanız, o zemin öncüyü kendine tabi kılar.


Devrimci Karargâh’ın bildirgesinde tanımlanan devrim ve mücadele anlayışı, yola çıkarken olduğu gibi, bugün de Türkiye işçi sınıfını ezilen halklarını iktidara taşımanın yolunu ve yordamını tarif etme gücünü korumaktadır.

***

Bununla birlikte, Devrimci Karargâh, kendi yeniden üretim imkânlarının muhasebesi ötesinde emperyalist krizin içinde bulunduğumuz evresinin özellikleri itibariyle birleşik devrimci öncünün inşasındaki aciliyeti hatırlatmak üzere devrimci kadro ve kurmayların dikkatini Türkiye devrimci hareketinin birikim ve potansiyellerinin değerlendirilmesine çekmeye özellikle ihtiyaç duymaktadır.


Gelişmelerden kolayca izlenebileceği üzere, uluslararası emperyalizm daha önce Bush zamanında geri planda kalan politik seçeneklerin olabilirliğini, şimdi Obama yönetimiyle test etmektedir. Obama’yla birlikte emperyalist politikalar, İran’ı içerden dönüştürmeye, Hamas-Hizbullah gibi bölgesel direniş örgütleri ve radikal islamla gerginliği azaltmaya, kilitlenmiş Ortadoğu yerine Karadeniz üzerinden Hazar’a yönelecek Gürcistan-Azerbeycan-Ermenistan-Türkiye gibi yeni ittifaklar düzenlemeye, Latin’lerle soğuyan ilişkileri az çok toparlamaya, çevre emperyalist ülkelerle dayatıcı değil, daha ikna edici ilişki düzeyleri kurmaya daha çok önem veren bir tarz göstermeye başlamıştır. Ancak hem kriz sürecinin acil çözümler dayatması ve hem de yeni tarz politik arayışların beklentilerinde daha şimdiden açığa çıkan kısıtlılıkların emperyalizmi gene bildik, daha önce Bush’la zorlanan yollara yönelmek zorunda bırakacağı açıktır. Obama’nın Bush’laşmakta olduğu, seçim sürecinde ileri sürülen öngörülerin ötesinde artık somut verilerle saptanır durumdadır. Savaş bütçesindeki artış, savaş suçlarına açıkça arka çıkan tavrı, Nato ve Amerikan güçlerindeki yeni düzenlemeler, tehdit edici tatbikatlar, Suriye ve İran’a yönelik eski tarz tehditlerin yeniden ortalığa çıkması, vb.. kaçınılmaz yeniden paylaşım süreçlerinin, kaçınılmaz kavşaklarına doğru sürüklenmeye devam ettiğimizi göstermektedir. Bunun devrim ve direniş cephesini hızla oluşturmak açısından uyarıcı sinyallerini alamıyorsak, Tamiller’e karşı yöneltilen şiddetin zirvesini oluşturduğu uluslararası karşı devrim dalgasının ülkemizdeki yansımaları olan devrimci hareketlere yönelik operasyonlarla Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimci demokratik alan kadrolarının tutuklanmaları üzerinden bu görevin ne kadar dayatıcı olduğunu algılamamız gerekmektedir.


Nasıl ki Orhan yoldaşın eylemi, bize direnişçi tarihimizi yeniden hatırlattıysa, Devrimci Karargâh’ın kendi kısa tarihini oluşturan süreçte geçtiği yollar, devrimci hareketin kendi direniş cephesini kurabilmesi için hangi yollardan geçilmesi gerektiğini ve bu yolların geçilebilirliğini göstermesi açısından da değerlendirilmelidir.

***

Devletin bütün korsanlığına ve terörüne karşın Orhan yoldaşı topluca sahiplenme eylemleri Türkiye solunun birleşik faaliyeti açısından uzak sandığımız eşiklere aslında ne kadar yakın olduğumuzu göstermesi açısından oldukça kayda değerdir. Türkiyeli devrimci örgütler devrimci eylemin birleştiriciliğini göstermiş ve gerçekleştirmişlerdir. Orhan yoldaşın eyleminde kolektif yücelimini yaşadığımız devrimci değerler, niçin siyasal faaliyetin ortak zemini olarak bir örgütlülüğe dönüştürülemesin?


Burada karşımıza çıkan en belirgin tehlike, devrimci değerlerin küçükburjuvaca sahiplenilmesinde ortaya çıkan, içeriksizleştirme tehlikesidir. Uluslararası ölçekte Che’ye, ülkemizde Deniz’e gösterilen küçükburjuva sahiplenmeler, önder ve öncü kimlikleri kendi kişilikleriyle bütünleşmiş mücadele çizgilerinden soyutlayarak, onları mücadelenin romantik ve nostaljik kavranışına uygun idoller haline getirerek depolitize etmiştir. Onların mücadelelerinin güncelle bağlantıları koparılarak burjuvazinin yapabileceğinden daha fazlasına yol açılmış; salt fiziksel varlıkları değil, doğrudan bugünümüze yol gösteren ışıkları soluklaştırılmıştır. Orhan yoldaşı salt Devrimci Karargâh’ın bir savaşçısı olmaktan taşıyarak Türkiye devrimci hareketinin ortak değeri haline getiren kolektif sahiplenme, onun son sözlerinde de belirttiği gibi, devrimci hareketin komünarlardan Deniz’lere süren savaşkan sosyalizm hattının ve bu hattın Kürt devrimiyle yoldaşlığının geliştirilmesinin kolektif örgüt ve mücadele imkanlarını güçlendirmeli, gerçekleşmesinin yollarını açmalıdır.
***
Türkiye devrimci hareketinin Devrimci Karargâh’ın tarz ve insiyatifine yönelik tutumu, aynı zamanda Kürt özgürlük hareketine ilişkin yaklaşımlarının da test edilmesine imkân sağlamıştır. Devrimci Karargah’ın, PKK’nin bir “yan örgüt”ü olduğuna dair propagandası devrimci hareketin özellikle  kemalist eğilimli ulusalcı sol bünyeleri tarafından ayniyle kullanılmıştır. Devrimci hareketin eylem ve faaliyetlerinde düşük etkinlik düzeyine uygun olmayan ama devrimci iyi niyeti taşıyan herkes tarafından olmasını istediği ve beklediği bir tarz ve insiyatifin açığa çıkması bir moral yükselme, bir diriliş yaratacağı yerde, bu hamle, özellikle umutsuzluk ve teslimiyeti içselleştirmiş olanlarla, kemalist ve ulusalcı sol yapılar tarafından Türkiyeli bir devrimin öz dokusundan çıkarılarak Kürt devrimine ait kılınmaya çalışıldı. Devrimci Karargâh, Kürt devriminin bir parçası sayılmasından siyasal ve ahlaki hiçbir sıkıntı duymazdı, eğer ki gerçek böyle olsaydı.


Devrimci Karargâh’ın Kürt devrimiyle ilişkilenmesi genel çerçevede ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını sınırsızca tanıyan leninci ideolojik çizgisinin bir gereği olarak,  özel durumda ise Kürt devriminin, Türkiye devrimine stratejik ve taktik planda imkân açan programatik istihdamının bir gereği olarak ve özellikle de, içinde bulunduğumuz konjoktürün ve bölgesel gerilimlerin Kürt özgürlük hareketine ve Kürt halkına tarihen yüklediği misyonu algılamanın bir gereği olarak gerçekleşmiştir. Yani kolayca görülebileceği gibi, Devrimci Karargâh’ın Kürt özgürlük hareketiyle ilişkilenmesi, tümüyle Türkiyeli bir devrim üzerinden ve Türkiyeli devrimciler için tarif edilmiştir.


Devrimci Karargâh, daha embriyon halindeyken kendini özgür Kürdistan dağlarına taşımasına ve hatta Kürt devrimi, Devrimci Karargâh’a bir tür koza işlevi görmesine karşın iki örgütün arasında organik ilişkilenme arayışı değil ama sonuna kadar devrimci dayanışma, sonuna kadar özgürlük çizgisinde yoldaşlaşma, çoğu yerde birleşik bir tarihin birbirine kaynaştırdığı enternasyonalist bir kardeşleşme yaşamsal kılınmıştır. Bu sadece Devrimci Karargâh’ın Türkiyeli bir devrime aidiyetinin gereği olmamıştır, belki de ondan daha fazla Kürt özgürlük hareketinin genelde özgürlükçü devrimci çizgilerle dayanışmaya, ama en fazla Türkiyeli devrimci örgütlerle yoldaşlaşmaya verdiği yüksek değer ve ölçülemez hassasiyetin bir gereği olmuştur.


Güncel pratik göstermektedir ki, Türkiye devrimci hareketi, Kürt özgürlük hareketine göre ikincil, geri bir konumda olduğu hiçbir ilişkilenmeye gönlünü tümüyle açmamaktadır. Bunda, böyle bir ilişkilenmenin TC’nin kendilerine şiddetle yönelecek olmasının yarattığı korku kadar, Kürt devrimiyle ilişkisi açısından Türkiye devrimci hareketinin ezen ulus bünyesinden olmasının, “türk” olmasının getirdiği şoven kompleksler de rol oynamaktadır. Devrimci Karargâh’ı, eylemi üzerinden değil de, eylemini ve varlığını PKK’ ye bağlayarak, Kürtlük üzerinden gizli açık yabancılaştırmaya çalışmak şoven Türk ideolojisinin devrimci hareketimizde kendini açığa vuruşudur.


Devrimci Karargâh’a iliştirmeye çok çalışıldı ama Türkiye devrimci hareketinde illa da bir Ergenekon aranacaksa, organik ya da inorganik bağlantılarına bakmaksızın işte bu egemen Türk ideolojisinin etkileri üzerinden aranmalıdır. Biz, Türkiye devrimci hareketinin, Kürt özgürlük hareketiyle gelişkin bir siper yoldaşlığına girmemesini daha çok siyasal yapıların batı merkezli düşünsel akımların etkisinde Ortadoğulu siyaset sosyolojisini kavrayamamaları, bu temelde Kürt özgürlük hareketinin siyaset tarzını çözememeleri, siyasanın konjonktürel ve bölgedeki akışını doğru okumalarına imkan verecek doğru bir tarih bakışına sahip olmamaları, metodolojik olarak değil, gözleriyle düşündükleri üzerinden tartıştık. Bu yaklaşımlarımız en genel çerçevede hala geçerlidir. Ancak bununla birlikte, hala Türkiyeli bir devrime imkân açacak tarzda Kürt devriminin özgürlükçü çizgisiyle siper yoldaşlığı geliştireceğine, onu yalnız bırakıp TC’li ve uluslararası emperyalist sistemle denge arayışlarına mahkûm oluşunu seyredecek kertede Kürdistan devrimine yabancı duran siyasal görüş ve tutumların Ergenekon’un zaten kendisi olan egemen ve geleneksel TC ideoloji ve politikasına yakınlığını ve yatkınlığını vurgularsak çok mu ileri gitmiş oluruz?

***

Devrimci Karargâh, devrimci atılganlığı güçlendirdiği, uluslararası emperyalizmin, siyonizmin ve TC gericiliğinin bölgesel programlarını bozma gücündeki Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin genel boyutta yoldaşlaşmasının önünü açtığı için bedel ödemiştir. Ancak, Orhan yoldaşın dediği gibi, kavga sürüyor, sürecek ve devrim, onu değersizleştirenler elinde değil, kendisi için verilen bedeller üzerinden zafere yürüyecektir.


KOMUTAN ORHAN YILMAZKAYA ÖLÜMSÜZDÜR!


YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM!


YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ MÜCADELE BİRLİĞİ!


YAŞASIN DEVRİMCİ KARARGÂH!


Mayıs 2009

Önceki İçerikDevrimci Karargah 8 nolu Bildiri
Sonraki İçerikDevrimci Karargah 10 nolu Bildiri